A’râf, İslam inancına göre cennet ile cehennem arasında yer alan, sınır mahiyetindeki manevi bir konumdur. Kur’an-ı Kerim’de özellikle A’râf Suresi’nde geçen bu kavram, hem ahirete dair sembolik bir mekânı hem de ruhsal bir hâli temsil eder. A’râf’ta olanlar, cennetlikleri ve cehennemlikleri görür; ancak henüz kaderleri netleşmemiştir.
A’râf, kelime anlamıyla “yükseklikler” ya da “tepeler” anlamına gelir. Kur’an’da geçen tanıma göre A’râf, cennetle cehennem arasında bir perde ya da yüksek bir sınırdır. Burada bulunanlar, her iki tarafı da görebilir. Bu yer:
Ne tam anlamıyla huzurun adresidir
Ne de azabın doğrudan tecelli ettiği bir yerdir
Bir tür bekleme noktası, ilahi adaletin tecellisi öncesi bir geçiş alanıdır. Bu hâl, psikolojik anlamda da insanın kendi iç dünyasında sıkça deneyimlediği bir tür "aradalık" duygusuna karşılık gelir.
Kur’an’daki A’râf Suresi (7. sure), ismini bu kavramdan alır ve yalnızca A’râf’tan değil, insanın yeryüzündeki sınavından, vahiy ile ilişkilerinden ve geçmiş ümmetlerin ibretlik hikâyelerinden bahseder.
İlahi mesajı kabul eden ile etmeyenin ayrımı
Hz. Âdem’in kıssası ve insanın yaratılış hikmeti
Mucize karşısında dahi inatla direnen toplumların akıbeti
A’râf ehlinin durumu ve onların gözlemci konumları
Bu sure, yalnızca dini bir anlatım değil; insanın ne tarafa yöneldiğiyle yüzleşmesini sağlayan bir içsel haritadır adeta.
Ahirette A’râfta kalmak, cennet veya cehennemle ilgili henüz kesin bir hüküm verilmemiş ruhların beklediği manevi durumdur. İslam âlimlerine göre burada kalanlar:
İyilik ve kötülükleri eşit olanlar
Davet ulaşmamış ama fıtraten doğru yolda olanlar
Ameli yetersiz olan fakat kalbinde iman taşıyan kimseler olabilir
Bu bekleyişin sonunda, Allah’ın merhametiyle cennete geçiş mümkündür. Ancak bu süreç, ahirette de bir sabrın ve iç hesaplaşmanın varlığına işaret eder.
“A’râftayım” ifadesi, yalnızca dini bir terim değil, halk arasında yaygın biçimde kullanılan mecazi bir ifadedir. Kişinin karar veremediği, bir tarafa ait hissedemediği ya da geçiş döneminde olduğunu anlatan bu deyim:
Bir ilişkiyi sürdürüp sürdürmemekte kararsız kalmak
İnanç ile şüphe arasında git-gel yaşamak
Toplumda bir yere ait hissedememek
gibi pek çok ruhsal durumun tercümesi olabilir. A’râf, bu yönüyle sadece ahireti değil, yaşarken de yaşanan içsel boşlukları sembolize eder.
Modern insan, bilgiye çok kolay erişebilse de karar vermekte zorlanıyor. İnanç, ahlak, ilişkiler, aidiyet gibi konularda sık sık “a’râfta kalmak” hâliyle karşılaşıyoruz. Bu durumun belirtileri:
Sıklıkla karar değiştiriyor olmak
Ne inançsız ne de teslim olmuş olmak
Sürekli bir “erteleme” hâlinde yaşamak
İşte tam bu noktada A’râf kavramı bize hem ahlaki hem varoluşsal bir çağrıda bulunuyor: Netleş, yönünü belirle, tercihini yap.
Halk arasında sıkça duyulan “ölünün a’râfta kalması” ifadesi, bir tür manevi arınmanın henüz tamamlanmadığına dair bir inançla ilişkilidir. Bu, kişinin ruhunun karar verilmiş bir cennet ya da cehennem yurduna henüz girmediği anlamına gelir.
Dini açıdan bu net bir bilgi olmamakla birlikte, ruhun kabir hayatında bir tür “berzah âleminde” beklediği, İslam kaynaklarında yer alır. Dualar, sadakalar ve hayırlar, bu ruhların durumunu etkileyebilir düşüncesi, toplumsal hafızaya yerleşmiş derin bir inançtır.
Kur’an’a göre, A’râf’ta bulunanlar hem cennetlikleri hem cehennemlikleri görür. Bu gözlem, onların yüreklerinde bir hemhal olma hâli doğurur:
Cenneti arzularlar
Cehennemden korkarlar
Kendi konumlarının netleşmesini umut ederler
Bu yönüyle A’râf, ne sadece azap ne de sadece umut yeridir. Her iki duygunun eş zamanlı yaşandığı, insan ruhunun sınandığı eşsiz bir bekleme hâlidir.
“Arafa kimler gider?” sorusu, çoğunlukla “A’râf” kavramıyla karıştırılsa da farklıdır. Arafat, hac ibadetinin en önemli durağıdır. A’râf ise ahirete dair sembolik bir mekândır.
Hacca niyet eden,
Müslüman,
Akıl ve beden sağlığı yerinde olan
Ergenlik çağına ulaşmış kişiler gider.
Burada yapılan vakfe, kulluğun en yüksek noktasıdır. Arafat’taki duruş, aslında kişinin dünyadaki “a’râf” hâlinden çıkışının da bir simgesidir.
A’râf, bize hem dini hem insani anlamda güçlü bir mesaj verir: Kararsızlık bir sonuç değildir. Ne inançsızlık ne teslimiyet. Sadece bekleyiş. Oysa hayat, karar vererek ve yön belirleyerek ilerler. A’râf’ta kalmak, o kadar da huzurlu değildir; çünkü hiçbir şeye tam aidiyet hissettirmez. Ne dünyaya ne ahirete. Modern insanın da tam burada durduğu bir çağdayız: Bilgi çağında ama maneviyat arayışında. İşte A’râf, bu arayışın ismi olabilir.
Sadece A’râf Suresi'nde geçer. Bu sure, 206 ayetten oluşur ve ismini doğrudan bu kavramdan alır.
Surenin meali, birçok kaynakta detaylıca bulunabilir. Özellikle 46-49. ayetler A’râf ehline atıfta bulunur.
Hayır. Bu durum geçicidir. Bekleyiş süresi sonunda cennete geçiş ihtimali vardır.
Terazisi denk gelenler, bilgiye ulaşmamış olanlar ya da Allah’ın adaletiyle hesaba çekilmesi ertelenmiş kimseler olabilir.
A’râf, “yükseklikler” veya “sınır bölgeler” anlamına gelir. Kur’an’da doğrudan bu isimle geçer.
A’râf, yalnızca bir mekân değil; insanın kendi içindeki boşlukta asılı kalma hâlidir. Tereddütle beklemek, inançsızlıkla inanç arasında salınmak, yönsüz kalmak... Kur’an’da tarif edilen bu kavram, bugünün insanına da ayna tutuyor. A’râf, tercihsizliğin adıysa; iman, kararlılığın kendisidir. Ve her ruh, bu perdeyi aşacak bir yön seçmelidir.
Popüler içerikler
Adalet, hem bireysel yaşamın hem toplumsal düzenin merkezinde yer alan en temel kavramlardan biridir. Genel tanımıyla adalet, hakkın ve haklının gözetilmesi, herkese eşit ve layık olanın verilmesidir. Ancak adalet yalnızca hukuk sisteminin bir parçası değildir. Felsefede, dinde, ahlâkta, siyasette ve günlük yaşamda karşılığı olan çok katmanlı bir olgudur. İnsanlık tarihi boyunca adalet üzerine düşünülmüş, tanımı tartışılmış, uygulanma biçimleri değişmiş ama önemi hiçbir zaman azalmamıştır.
Anadolu toprakları, asırlardır sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış, kültürel zenginliklerin ve toplumsal örgütlenmelerin beşiği olmuştur. Bu mirasın içinde öyle bir yapı var ki, yüzyıllar geçse de hala adından söz ettiriyor, değerleriyle ilham vermeye devam ediyor: Ahilik. Pek çoğumuz için sadece tarih kitaplarında adı geçen bir esnaf teşkilatı gibi algılansa da, Ahilik, bundan çok daha öte, bir yaşam felsefesi, bir ekonomik model ve belki de en önemlisi, insanı merkeze alan eşsiz bir toplumsal düzenin adıydı. Günümüzün hızla değişen, dijitalleşen ve bireyselleşen dünyasında, "Ahilik nedir?" sorusu, geçmişe dönük bir merakın ötesinde, kaybolmaya yüz tutan bazı evrensel değerleri yeniden hatırlama ve belki de onlardan ilham alma arayışının bir yansımasıdır.
Ahilik Teşkilatı, Anadolu'da 13. yüzyılda kurulan ve özellikle esnaf ile zanaatkârlar arasında ahlaki, ekonomik ve sosyal düzeni sağlayan özgün bir sivil örgütlenme modelidir. Hem meslekî eğitimi düzenleyen hem de toplumsal değerlerin korunmasını sağlayan Ahilik, kökleri Türk-İslam düşüncesine dayanan, özgün bir dayanışma sistemidir. Sadece ekonomik bir yapı değil; aynı zamanda ahlaki ilkeleri, sosyal yardımlaşmayı ve bireysel terbiyeyi esas alan çok katmanlı bir kurumdur.
Milyonlarca yıl önce, yeryüzünü kaplayan antik ormanlarda devasa ağaçlardan akan reçine damlaları, zamanın durdurulamaz akışında benzersiz bir dönüşüme uğradı. İşte bu, bugünkü adıyla kehribarın, ya da İngilizce adıyla amber'ın hikayesinin başlangıcıdır. Sıradan bir taş sanılsa da, kehribar aslında fosilleşmiş bir ağaç reçinesidir; doğanın eşsiz bir eseri ve zamanın adeta bir kapsülü. Peki, bu büyüleyici doğal madde tam olarak nedir, bilimsel açıdan nasıl oluşur ve günümüz dünyasında neden bu kadar değerli ve ilgi çekicidir? Bu makalede, kehribarın jeolojik serüveninden kimyasal sırlarına, tarihsel yolculuğundan modern kullanımlarına kadar her yönüyle tanıyacak, onun gizemli dünyasına bir adım atacağız.
“Baki” kelimesi, Türkçede köklü ve çok katmanlı anlamlara sahip bir sözcüktür. Arapça kökenli olan bu kelime, sözlük anlamı itibarıyla “kalıcı olan”, “ebedî”, “sonsuza dek varlığını sürdüren” demektir. Hem gündelik dilde hem edebiyatta hem de dini metinlerde sıkça kullanılan bir ifadedir. Anlam derinliği açısından sadece zamansal süreklilik değil, aynı zamanda değer, anlam ve maneviyatla ilişkilendirilen bir kavramdır.
Berzah, Arapça kökenli bir kelime olup "iki şey arasında engel, perde, sınır" anlamına gelir. İslam düşüncesinde ise özellikle ölüm sonrası hayatla bu dünya arasındaki geçiş alanını tanımlamak için kullanılır. Klasik kaynaklarda berzah, "kabir hayatı" olarak da adlandırılır ve insanın ölümüyle kıyamet günü diriltilmesi arasındaki ruhsal bekleyiş sürecini ifade eder. Hem maddi hem de manevi anlam taşıyan bir kavram olan berzah, Kur’an’da doğrudan geçmekle birlikte, birçok İslami yorum ve tasavvufi öğreti içinde daha derin anlamlar kazanmıştır.
Dini metinleri ve uygulamaları anlamak, her dönemde insanlığın en temel arayışlarından biri olmuştur. Bu arayış içinde, inanç sistemine sonradan eklenen ve zaman zaman tartışmalara yol açan "bid'at" kavramı özel bir yere sahiptir. Peki, bid'at nedir? Her yenilik bir bid'at mıdır? İslam geleneği, çağlar boyunca ortaya çıkan bu tür uygulamalara nasıl yaklaşmıştır? Bu makale, bid'at kavramının etimolojik kökeninden başlayarak, dini terminolojideki yerine, farklı türlerine, ortaya çıkış nedenlerine ve dini hayattaki yansımalarına kadar geniş bir çerçevede ele almayı hedeflemektedir. Bid'atın sadece teorik bir tartışma alanı olmadığını, aynı zamanda toplumsal pratikleri ve inanç sistemlerini nasıl etkilediğini de derinlemesine inceleyeceğiz.
Cihad kelimesi, Arapça "cehede" fiilinden türetilmiştir ve sözlükte "çaba göstermek, gayret etmek, mücadele etmek" anlamına gelir. İslam terminolojisinde ise cihad, Allah yolunda yapılan her türlü gayret ve mücadeleyi ifade eder. Bu mücadele, yalnızca silahlı savaşla sınırlı olmayıp, insanın nefsine karşı verdiği mücadeleden toplumsal adaleti sağlamaya yönelik çabalara kadar geniş bir alanı kapsar. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde geçen cihad kavramı, tarih boyunca hem bireysel hem kolektif düzeyde İslam toplumlarının rehberi olmuştur.
İnsanlık, varoluşundan bu yana pek çok anlatı ve kehanetle şekillenmiştir. Bu kadim öyküler arasında, kıyamet alametleri ve büyük bir yıkımın habercisi olarak zikredilen figürler, daima derin bir merak uyandırmıştır. Bu esrarengiz varlıklar içinde şüphesiz en çok bilinen ve farklı inanç sistemlerinde yer bulanı Deccal'dir. Peki, çağlar boyunca nesilden nesile aktarılan, kimi zaman bir efsane, kimi zaman da dini bir hakikat olarak kabul gören bu figür, modern dünyada bizlere ne anlatıyor? Bu yazı, Deccal'in kökenlerinden hadislerdeki tasvirlerine, getireceği fitnelerden bu fitnelerden korunma yollarına dek uzanan kapsamlı bir perspektif sunmayı amaçlıyor.
İnsanlık tarihi boyunca din kavramı, hemen her toplumda var olmuş ve insanların dünya görüşünü, ahlakını ve yaşam biçimini derinden etkilemiştir. Peki din nedir? Genel anlamıyla din; genellikle doğaüstü ve aşkın (transandantal) unsurlarla ilişkilendirilen, çeşitli ayinler ve ritüelleri içeren, ahlaki değerler, dünya görüşleri, kutsal metinler, inançlar ve ibadetlerden oluşan sosyo-kültürel bir sistemdir. Farklı bilim insanları ve düşünürler, dine kendi bakış açılarına göre pek çok tanım getirmiştir ancak şu ana dek herkesçe kabul edilmiş tek bir din tanımı bulunmamaktadır. Bunun sebebi, dinlerin farklı kültür ve toplumlarda çok çeşitli biçimler alması, karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahip olmasıdır. Yine de din kavramının insan yaşamındaki önemi büyüktür; çünkü din, insanın varoluşuyla birlikte gelen inanç ihtiyacına cevap verir, bireylerin yaşamına anlam katar ve "nereden geldik, nereye gidiyoruz" gibi temel sorulara cevap arar.
İnsan yaşamı, doğru ve yanlış arasındaki tercihlerin sürekli bir döngüsüdür. Bu seçimler, kişinin manevi yolculuğunu şekillendirir ve çevresiyle olan ilişkilerini belirler. İslam düşüncesinde önemli bir yer tutan fasık kavramı, Allah'ın çizdiği sınırlardan sapmayı ifade eder. Peki, fasıklık yalnızca dini bir terim midir? Yoksa bireysel zaaflar ve toplumsal yozlaşma ile daha geniş bir bağlantısı var mıdır? Bu makale, "fasık" kavramının etimolojik kökenlerine inecek, Kuran ve hadislerdeki tasvirlerini, fıskın derecelerini, bireysel ve genel yansımalarını inceleyecek; ardından korunma yollarını ve çağdaş görünümlerini ele alarak kapsamlı bir bakış açısı sunacaktır.