Tekvin kelimesi, Arapça kökenli olup "yaratmak, meydana getirmek" anlamına gelir. Kelimenin kökü "kevün" fiilinden gelir ve "var olmak" ya da "oluşmak" gibi anlamlar taşır. Tekvin, özellikle İslami terminoloji içerisinde Allah’ın sıfatlarından biri olarak öne çıkar. Felsefi, kelami ve tasavvufi alanlarda çok katmanlı bir şekilde ele alınır. Temel anlamda tekvin, Allah’ın yoktan var etme kudretini, yani yaratma fiilini ifade eder. Bu yönüyle yalnızca bir eylemi değil, bir kudret boyutunu, bir mutlak irade hâlini simgeler.
İslam inancında Allah’ın sıfatları genel olarak zati ve subuti olmak üzere iki ana kategoriye ayrılır. Tekvin ise genellikle subuti sıfatlar arasında kabul edilir, bazı kelam ekollerine göre ise müstakil bir sıfat olarak ele alınır. Tekvin sıfatı, Allah’ın yaratma fiilini, iradesini ve kudretini somutlaştırır.
İrade: Allah’ın yaratmayı dilemesi
Kudret: Yaratmayı gerçekleştirme gücü
İlim: Ne yaratacağını bilmesi
Kelam: Emri bildirmesi ("ol" demesi)
Tekvin, bu sıfatların ortak bir sonucu gibi düşünülebilir. Allah’ın herhangi bir varlığı yaratması için "ol" demesi yeterlidir ve bu yaratım süreci tekvin sıfatının doğrudan bir yansımasıdır.
Kelam ilmi, İslam düşünce geleneğinde inanç esaslarını akıl ve mantık çerçevesinde açıklamayı hedefleyen bir disiplindir. Tekvin kavramı kelamcılar için önemli bir tartışma konusudur. Özellikle Eş’arî ve Maturidî mezheplerinde tekvin sıfatının mahiyeti farklı şekilde değerlendirilmiştir.
Eş’arî Mezhebi: Tekvini Allah’ın ezeli sıfatlarından biri olarak kabul eder. Yani Allah’ın yaratma kudreti ezelidir, ancak yaratılan varlıklar sonradan yaratılmıştır.
Maturidî Mezhebi: Allah’ın yaratma fiilini tekvin olarak görür, ancak bu fiilin yaratılan varlıklarla birlikte meydana geldiğini, yani sonradan oluşan bir fiil olduğunu savunur.
Bu fark, yaratılışın ezeli olup olmadığı, Allah’ın fiillerinin zamanla ilişkisi gibi çok temel sorular etrafında şekillenir.
Tekvin kavramı, İslam'daki yaratılış anlayışının merkezinde yer alır. Allah’ın hiçbir araca, zamana ya da mekâna ihtiyaç duymadan, doğrudan ve eksiksiz bir şekilde varlıkları yaratması tekvin ile ifade edilir. Yani Allah’ın "kün" (ol) emriyle evrenin ve tüm canlıların yaratılması, mutlak bir yaratma iradesinin sonucudur.
Bu anlayışta yaratma, yalnızca bir başlangıç olayı değil, sürekli bir fiildir. Evrenin her an varlığını sürdürmesi de bu yaratımın devam ettiğini gösterir. Bu da tekvini statik değil, dinamik ve sürekli bir kudret olarak görmeyi gerektirir.
Tasavvuf, tekvin kavramını yalnızca ilahi yaratma kudreti olarak değil, aynı zamanda insanın varoluşsal idrak sürecinde içselleştirdiği bir tefekkür unsuru olarak ele alır. Sûfî anlayışta Allah’ın “kün” emriyle yaratılan âlem, sürekli bir yaratılış hâli içindedir. Bu anlayışta tekvin, sadece yaratılmış olmayı anlamak değil, aynı zamanda yaratılışın hikmetini kavramak demektir.
Kâinat bir tekvin âlemidir
Her şey Allah’ın "ol" emriyle sürekli olarak yaratılmaktadır
İnsan, yaratılmışlığını idrak ederek Allah’a yakınlaşır
Sûfîler için bu idrak, kişinin benliğinden sıyrılması, hiçlik mertebesine ulaşması ve tecelliyi (ilahi yansıma) fark etmesiyle mümkündür. Bu süreçte tekvin sadece kozmolojik değil, aynı zamanda içsel bir hakikate dönüşür.
İslam felsefesinde de tekvin önemli bir mesele olmuştur. Özellikle Meşşâî (Aristocu) filozoflar ve İşrâkî (ışık felsefesi) düşünürler yaratılışın mahiyeti üzerine farklı yorumlar geliştirmiştir. Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi filozoflar yaratılışı daha çok zorunlu varlık–mümkün varlık ayrımı üzerinden değerlendirirken, tekvin kavramı bu bağlamda zorunlu varlık olan Allah’ın varlıklar üzerindeki sürekli etkisi olarak ele alınır.
İbn Arabi gibi vahdet-i vücud (varlık birliği) düşüncesini savunan mutasavvıflar ise tekvini Allah’ın zatından ayrılmayan bir varlık faaliyeti olarak görmüşlerdir. Yani Allah’ın tekvin sıfatı, evrenin Allah’ın bir tecellisi olduğuna dair metafizik bir düşüncenin temelidir.
Tekvin kavramı, modern dönemde felsefe, ilahiyat ve bilim ilişkileri çerçevesinde yeniden tartışılmaktadır. Özellikle evrenin başlangıcı, yaratılışın zamanı, Tanrı’nın kudreti ve insanın evrendeki yeri gibi meselelerde tekvin kavramı bir çerçeve sunar. Bilimsel evrim kuramı ile teolojik yaratılış anlayışı arasındaki tartışmalarda, tekvin hem metafizik hem de inançsal bir dayanak olarak kullanılır.
Modern Müslüman düşünürler, tekvini sadece klasik yaratılış kavramı olarak değil, aynı zamanda varlıkla kurulan anlam ilişkisi olarak da değerlendirme eğilimindedir. Bu yaklaşım, tekvinin yalnızca bir sıfat değil, aynı zamanda bir tefekkür biçimi olduğunu da ortaya koyar.
Tekvin, yaratılışın dilidir. Allah’ın "ol" emriyle vücut bulan her şeyin ardında bu kudret vardır. Kelamda sıfat, tasavvufta idrak, felsefede neden-sonuç ilişkisi, bilimde ise ilk hareketin karşılığı olarak değerlendirilen bu kavram; derin, çok katmanlı ve zamansız bir hakikati temsil eder. Yaratılış yalnızca bir başlangıç değil, her an devam eden bir tecellidir ve bu tecellinin adı, İslam düşüncesinde tekvindir.
İlgili diğer içerikler
Berzah, Arapça kökenli bir kelime olup "iki şey arasında engel, perde, sınır" anlamına gelir. İslam düşüncesinde ise özellikle ölüm sonrası hayatla bu dünya arasındaki geçiş alanını tanımlamak için kullanılır. Klasik kaynaklarda berzah, "kabir hayatı" olarak da adlandırılır ve insanın ölümüyle kıyamet günü diriltilmesi arasındaki ruhsal bekleyiş sürecini ifade eder. Hem maddi hem de manevi anlam taşıyan bir kavram olan berzah, Kur’an’da doğrudan geçmekle birlikte, birçok İslami yorum ve tasavvufi öğreti içinde daha derin anlamlar kazanmıştır.
Cihad kelimesi, Arapça "cehede" fiilinden türetilmiştir ve sözlükte "çaba göstermek, gayret etmek, mücadele etmek" anlamına gelir. İslam terminolojisinde ise cihad, Allah yolunda yapılan her türlü gayret ve mücadeleyi ifade eder. Bu mücadele, yalnızca silahlı savaşla sınırlı olmayıp, insanın nefsine karşı verdiği mücadeleden toplumsal adaleti sağlamaya yönelik çabalara kadar geniş bir alanı kapsar. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde geçen cihad kavramı, tarih boyunca hem bireysel hem kolektif düzeyde İslam toplumlarının rehberi olmuştur.
Fetanet, aklın keskinliği, kavrayış gücü, üstün zeka ve ileri görüşlülük anlamına gelir. Arapça kökenli bu terim, özellikle İslam düşünce geleneğinde peygamberlerin dört temel vasfından biri olarak geçer. Dürüstlük (sıdk), güvenilirlik (emanet), tebliğ (bildirme) ve fetanet (üstün akıl ve zeka), peygamberlik makamının olmazsa olmaz nitelikleridir.
Fidye ve fitre, İslam hukukunun sosyal adaleti önceleyen iki önemli kavramıdır. Her ikisi de mali ibadet kapsamına girer ve ihtiyaç sahiplerinin desteklenmesini amaçlar. Ancak kullanım alanları, hüküm kaynakları, ödenme şartları ve dini bağlamları farklılık gösterir. Bu nedenle fidye ve fitre kavramlarını doğru şekilde anlamak, sadece dini vecibeleri yerine getirmek açısından değil, toplumsal sorumluluğu kavramak açısından da büyük önem taşır.
Haset, bir kişinin başkasının sahip olduğu nimet, başarı ya da konumdan rahatsızlık duyması ve onun bu nimetten mahrum kalmasını istemesi anlamına gelir. Gündelik dilde kıskançlıkla karıştırılsa da, haset çok daha derin, yıkıcı ve çoğu zaman gizli kalan bir duygudur. Türkçeye Arapçadan geçmiş olan kelime, Kur’an ve hadis literatüründe sıkça geçen, ahlaki ve dini açıdan olumsuz bir kavramdır. Psikolojide ve sosyal bilimlerde de yoğun olarak incelenen bu duygu, bireyin içsel dengesini bozduğu gibi toplumsal ilişkileri de zedeler.
Nafile namaz, farz veya vacip olmayan, Müslümanların isteğe bağlı olarak kıldıkları ibadet namazlarıdır. Kelime anlamı olarak “fazladan, ilave” anlamına gelen nafile, dinî bir terim olarak kişinin Allah’a daha çok yaklaşmak ve manevi derecesini yükseltmek amacıyla yaptığı gönüllü ibadetleri ifade eder. Nafile namazlar, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünneti doğrultusunda kılınır ve sevap kazandıran, manevi anlamda kişiyi olgunlaştıran önemli ibadetler arasında yer alır.
Rabıta, Arapça kökenli bir kelime olup "bağ kurmak, ilişki kurmak" anlamına gelir. Tasavvuf literatüründe ise rabıta, müridin (öğrencinin) mürşidiyle (manevi rehber) kalbi bir bağ kurması, onu zihninde canlandırarak Allah’a olan yakınlığını artırması anlamında kullanılır. Bu bağ, fiziki değil manevi bir bağdır ve esas amacı müridin iç dünyasını disipline etmek, dikkatini dağınıklıktan kurtarmak ve kalbini ilahi yöne çevirmektir.
Zina, en basit tanımıyla evli ya da bekar bir kişinin, evli olmayan bir başkasıyla evlilik dışı cinsel ilişki kurmasıdır. Kavram, hem dini hem hukuki hem de toplumsal düzeyde çok katmanlı bir yapıya sahiptir. İslam hukuku başta olmak üzere, birçok din ve kültürde zina ağır bir ahlaki ve hukuki suç olarak kabul edilmiştir. Zinanın tanımı, kapsamı, cezası ve toplumsal etkileri tarih boyunca farklı yorumlara tabi tutulmuştur.
Popüler içerikler
Adalet, hem bireysel yaşamın hem toplumsal düzenin merkezinde yer alan en temel kavramlardan biridir. Genel tanımıyla adalet, hakkın ve haklının gözetilmesi, herkese eşit ve layık olanın verilmesidir. Ancak adalet yalnızca hukuk sisteminin bir parçası değildir. Felsefede, dinde, ahlâkta, siyasette ve günlük yaşamda karşılığı olan çok katmanlı bir olgudur. İnsanlık tarihi boyunca adalet üzerine düşünülmüş, tanımı tartışılmış, uygulanma biçimleri değişmiş ama önemi hiçbir zaman azalmamıştır.
Ahilik nedir, ne zaman ortaya çıktı, Ahi Evran kimdir? Ahiliğin ilkeleri, iş ahlakı sistemi ve günümüze etkileri nelerdir? Detaylarını öğrenin.
Ahilik Teşkilatı, Anadolu'da 13. yüzyılda kurulan ve özellikle esnaf ile zanaatkârlar arasında ahlaki, ekonomik ve sosyal düzeni sağlayan özgün bir sivil örgütlenme modelidir. Hem meslekî eğitimi düzenleyen hem de toplumsal değerlerin korunmasını sağlayan Ahilik, kökleri Türk-İslam düşüncesine dayanan, özgün bir dayanışma sistemidir. Sadece ekonomik bir yapı değil; aynı zamanda ahlaki ilkeleri, sosyal yardımlaşmayı ve bireysel terbiyeyi esas alan çok katmanlı bir kurumdur.
Milyonlarca yıl önce, yeryüzünü kaplayan antik ormanlarda devasa ağaçlardan akan reçine damlaları, zamanın durdurulamaz akışında benzersiz bir dönüşüme uğradı. İşte bu, bugünkü adıyla kehribarın, ya da İngilizce adıyla amber'ın hikayesinin başlangıcıdır. Sıradan bir taş sanılsa da, kehribar aslında fosilleşmiş bir ağaç reçinesidir; doğanın eşsiz bir eseri ve zamanın adeta bir kapsülü. Peki, bu büyüleyici doğal madde tam olarak nedir, bilimsel açıdan nasıl oluşur ve günümüz dünyasında neden bu kadar değerli ve ilgi çekicidir? Bu makalede, kehribarın jeolojik serüveninden kimyasal sırlarına, tarihsel yolculuğundan modern kullanımlarına kadar her yönüyle tanıyacak, onun gizemli dünyasına bir adım atacağız.