İstanbul Sözleşmesi: Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Bir Dönüm Noktası mı, Tartışmalı Bir Metin mi?

Kadına yönelik şiddet, çağlar boyunca süregelen ve ne yazık ki modern toplumların hâlâ tam anlamıyla yüzleşemediği acı bir gerçeklik. Dünya genelinde milyonlarca kadının hayatını derinden etkileyen bu küresel sorun, uluslararası arenada da uzun yıllardır çözümü aranan temel meselelerden biri olagelmiştir. İşte tam da bu noktada, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadeleyi hedefleyen kapsamlı bir hukuki metin olan İstanbul Sözleşmesi, hem umut vadeden bir araç hem de yoğun tartışmaların odağı hâline gelen bir referans noktası olarak karşımıza çıkıyor.
Peki, tam adıyla "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olarak bilinen bu belge neyi ifade ediyor, hangi hedefleri taşıyor ve neden bu denli kutuplaşmalara yol açıyor? Bu makalede, İstanbul Sözleşmesi'nin derinliklerine inecek, amacını, kapsamını, getirdiği yükümlülükleri ve etrafındaki tartışmaları kapsamlı bir perspektifle ele alacağız.
İstanbul Sözleşmesi Nedir? Temel Bir Tanım ve Arka Plan
İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve kadına yönelik şiddet ile aile içi şiddeti ortadan kaldırmayı amaçlayan uluslararası bir insan hakları sözleşmesidir. 2011 yılında İstanbul’da imzaya açılması sebebiyle "İstanbul Sözleşmesi" adıyla anılır. Asıl amacı, şiddetin her türlü biçimini önlemek, mağdurları korumak, failleri kovuşturmak ve şiddetle mücadele politikalarını bütüncül bir yaklaşımla hayata geçirmektir. Bu belge, kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali olarak tanımlaması ve devletlere bu konuda somut yükümlülükler getirmesi açısından dönüm noktası niteliğindedir.
Sözleşmenin Doğuşu: Neden İhtiyaç Duyuldu?
İstanbul Sözleşmesi'nin temelleri, 1990'lı yıllardan itibaren Avrupa Konseyi bünyesinde yürütülen çalışmalara dayanır. O dönemde, kadına yönelik şiddetin sadece bireysel bir sorun değil, toplumsal ve yapısal bir sorun olduğu bilinci yaygınlaşmaya başlamıştı. Mevcut ulusal yasaların ve uluslararası belgelerin (örneğin CEDAW – Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) şiddetin önlenmesi ve mağdurların korunması konusunda yeterli olmadığı fark edildi. Kadına yönelik şiddetin ayrımcılığın bir biçimi olduğu ve cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığı kabulü, bu alanda daha kapsamlı ve bağlayıcı bir hukuki metne olan ihtiyacı gözler önüne serdi. Avrupa Konseyi, bu ihtiyaca yanıt olarak, şiddet mağdurlarına bütüncül bir koruma sağlamayı ve üye devletleri bu konuda daha aktif rol almaya teşvik etmeyi amaçlayan bir sözleşme taslağı üzerinde çalışmaya başladı.
Resmî Adı ve Kabul Tarihi
Sözleşmenin tam ve resmi adı "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"dir. 11 Mayıs 2011 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilmiş ve aynı gün İstanbul'da düzenlenen bir törenle imzaya açılmıştır. Türkiye, bu sözleşmeyi ilk imzalayan ve onaylayan ülke olmuştur. Sözleşme, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
İstanbul Sözleşmesinin Amacı ve Hedefleri: Kadına Yönelik Şiddetin Kapsamlı Tanımı
İstanbul Sözleşmesi'nin ana amacı, kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için sözleşme, dört temel sütun üzerine inşa edilmiştir: Önleme, Koruma, Kovuşturma ve Bütünleşik Politikalar. Sözleşme, şiddeti sadece fiziksel bir eylem olarak değil, aynı zamanda psikolojik, cinsel ve ekonomik boyutlarıyla ele alarak kapsamlı bir çerçeve sunar. Şiddetin temelinde yatan cinsiyet eşitsizliğini hedef alarak, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının şiddetle mücadelede kritik bir rol oynadığını vurgular.
Dört Temel Prensip: Önleme, Koruma, Kovuşturma, Politika
Önleme: Şiddetin ortaya çıkmadan engellenmesini hedefler. Bu, eğitim programları, farkındalık kampanyaları, toplumsal cinsiyet eşitliği konularında bilgilendirme faaliyetleri ve şiddetle mücadelede erkeklerin de rol almasını sağlayacak adımları içerir. Medyanın ve sivil toplum kuruluşlarının bu konudaki önleyici rolleri de vurgulanır.
Koruma: Şiddet mağdurlarının güvenliğini ve desteklenmesini sağlamayı amaçlar. Acil yardım hatları, sığınma evleri, psikolojik ve hukuki destek hizmetleri gibi somut mekanizmaların oluşturulmasını zorunlu kılar. Mağdurların ikincil mağduriyet yaşamalarının önüne geçilmesi ve güvenliğinin sağlanması temel önceliktir.
Kovuştuma: Şiddet faillerinin adalet önüne çıkarılmasını ve uygun cezalar almasını sağlar. Sözleşme, devletleri kadına yönelik şiddet suçlarını etkin bir şekilde soruşturmaya, kovuşturmaya ve cezalandırmaya teşvik eder. Ceza hukuku anlamında "sıfır tolerans" ilkesini benimser.
Politika: Şiddetle mücadelede devletin bütüncül ve koordineli politikalar geliştirmesini öngörür. Farklı kurumlar (polis, yargı, sağlık, sosyal hizmetler) arasında işbirliği ve bilgi paylaşımı zorunlu tutulur. Bu, sadece yasal düzenlemelerle kalmayıp, toplumsal zihniyet dönüşümünü de hedefleyen uzun vadeli stratejilerin geliştirilmesini kapsar.
Kadına Yönelik Şiddet Kavramı: Sözleşme Neyi Kapsar?
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti "kadınlara karşı ayrımcılık olarak anlaşılan ve kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorla veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" olarak tanımlar. Bu tanım, şiddetin geniş bir yelpazesini kapsayarak, mağdurların daha iyi korunmasını hedefler.
Fiziksel, Psikolojik, Cinsel ve Ekonomik Şiddet
Fiziksel Şiddet: Darp, yaralama, öldürme gibi bedensel bütünlüğe yönelik her türlü saldırıyı içerir.
Psikolojik Şiddet: Tehdit, hakaret, aşağılama, manipülasyon, sürekli eleştiri ve mağduru yalnızlaştırma gibi kişinin ruh sağlığını ve özgüvenini bozan davranışları kapsar.
Cinsel Şiddet: Tecavüz, cinsel taciz, zorla fuhuş ve kadın sünneti gibi rıza dışı cinsel eylemleri içerir. Özellikle evlilik içi tecavüzü suç sayması önemli bir yeniliktir.
Ekonomik Şiddet: Kadınların ekonomik bağımsızlığını engelleme, çalışmasına izin vermeme, gelirine el koyma, maddi olarak kısıtlama gibi mağdurun ekonomik yaşamını kontrol altına almayı hedefleyen davranışlardır.
Flört Şiddeti ve Siber Şiddet gibi Yeni Şiddet Türleri
Sözleşme, geleneksel şiddet biçimlerinin yanı sıra, değişen toplumsal dinamiklerle ortaya çıkan yeni şiddet türlerine de atıfta bulunur. Örneğin, flört şiddeti (partnerler arasında ortaya çıkan şiddet) ve siber şiddet (internette veya sosyal medyada taciz, tehdit, özel bilgilerin yayılması gibi dijital yollarla gerçekleştirilen şiddet) de sözleşmenin ruhuna uygun olarak ele alınması gereken şiddet türleridir. Bu, sözleşmenin dinamik ve güncel bir belge olma özelliğini ortaya koyar.
Sözleşmenin Temel Mekanizmaları: Devletlere Yüklediği Sorumluluklar
İstanbul Sözleşmesi, taraf devletlere kadına yönelik şiddetle mücadelede bir dizi somut yükümlülük getirir. Bu yükümlülükler, sadece yasal düzenlemeler yapmakla kalmayıp, aynı zamanda uygulama mekanizmalarının oluşturulmasını ve etkili politikaların hayata geçirilmesini de kapsar.
Önleyici Tedbirler: Eğitim ve Farkındalık Kampanyaları
Devletler, cinsiyet eşitliği konusunda toplumu bilinçlendirme, ayrımcı toplumsal cinsiyet kalıp yargılarının değiştirilmesi ve çocuklara şiddetle mücadele konusunda eğitim verilmesi gibi konularda sorumluluk taşır. Erkeklerin ve erkek çocuklarının şiddetle mücadelede sorumluluk almalarını teşvik eden programlar da bu kapsamdadır.
Koruyucu Tedbirler: Sığınma Evleri, Destek Hatları
Şiddet mağdurlarına güvenli sığınma evleri sağlamak, 7/24 hizmet veren telefon destek hatları kurmak, tıbbi ve psikolojik destek hizmetleri sunmak, devletlerin temel koruyucu yükümlülükleridir. Mağdurların can güvenliğinin sağlanması ve onlara destekleyici bir ortam sunulması esastır.
Hukuki Süreçler: Kovuşturma ve Yaptırımlar
Sözleşme, kadına yönelik şiddet suçlarının cezasız kalmamasını sağlamayı hedefler. Tecavüz, cinsel taciz, zorla evlendirme, zorla kısırlaştırma, kadın sünneti gibi eylemlerin suç olarak tanımlanmasını ve uygun cezalarla yaptırıma bağlanmasını zorunlu kılar. Mağdurların adli yardım süreçlerine erişimini kolaylaştırmak da devletlerin sorumluluğundadır.
GREVIO: Sözleşmenin Uygulanmasını İzleyen Bağımsız Mekanizma
GREVIO (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu), İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanmasını izlemekle görevli bağımsız bir uzmanlar grubudur. Taraf devletlerin sözleşme hükümlerine ne ölçüde uyduğunu değerlendirir ve raporlar hazırlar.
GREVIO'nun Görevleri ve Raporlama Süreci
GREVIO, taraf devletlerden periyodik raporlar alır ve bu raporları değerlendirir. Ayrıca, ülkelerde yerinde incelemeler yaparak sivil toplum kuruluşlarıyla da temas kurar. Hazırladığı değerlendirme raporlarında, devletlerin sözleşmeye uyum düzeyini belirtir, eksiklikleri tespit eder ve iyileştirme için öneriler sunar. Bu raporlar, hem uluslararası kamuoyu hem de ilgili devletler için yol gösterici niteliktedir. GREVIO'nun bağımsız yapısı, sözleşmenin etkin bir şekilde uygulanmasının güvencesi olarak görülür.
İstanbul Sözleşmesi ve Türkiye İlişkisi: İlk İmzalayan Ülke Olmanın Önemi
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'ni 11 Mayıs 2011'de imzaya açıldığı gün imzalayan ilk ülke olmuştur. 29 Kasım 2011'de ise onaylayarak, sözleşmenin uluslararası hukuk açısından bağlayıcı bir statü kazanmasında öncü rol oynamıştır. Bu durum, Türkiye'nin kadına yönelik şiddetle mücadeledeki uluslararası çabalara olan güçlü desteğinin bir göstergesi olarak kabul edilmiştir.
Türkiye'nin Sözleşmeyi Onaylama Süreci ve Yasal Düzenlemeler
Türkiye, sözleşmeyi onayladıktan sonra iç hukukunda da gerekli düzenlemeleri yapma taahhüdünde bulunmuştur. Bu kapsamda, 8 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe giren ve kamuoyunda "6284 sayılı Kanun" olarak bilinen "Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun" çıkarılmıştır. Bu kanun, İstanbul Sözleşmesi'nin ruhuna uygun olarak, şiddet mağdurlarının korunması, şiddetin önlenmesi ve failler hakkında gerekli tedbirlerin alınması konularında önemli hükümler içermektedir. Polis, savcılık, mahkemeler ve ilgili kamu kurumları arasındaki işbirliğini güçlendirerek, şiddetle mücadelede bütüncül bir yaklaşım benimsenmiştir.
Sözleşme Etrafındaki Tartışmalar ve Eleştiriler: Neden Gündemde Kaldı?
İstanbul Sözleşmesi, küresel ölçekte kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir araç olarak görülse de, bazı ülkelerde ve özellikle Türkiye'de yoğun tartışmaların ve eleştirilerin hedefi olmuştur. Bu tartışmaların temelinde genellikle sözleşmenin bazı kavramlarına ve yorumlanış biçimlerine yönelik endişeler yatar.
"Toplumsal Cinsiyet" Kavramına Yönelik Endişeler
Sözleşmenin en çok tartışılan kavramlarından biri "toplumsal cinsiyet" (gender) terimidir. Eleştirenler, bu kavramın biyolojik cinsiyetten farklı olarak, toplumsal roller ve beklentilerle ilgili olduğunu ve geleneksel aile yapısını tehdit ettiğini iddia etmişlerdir. Bu yorum, bazı kesimler tarafından "LGBTİ+ haklarına kapı açtığı" veya "cinsel yönelimlerin normalleştirildiği" gerekçesiyle reddedilmiştir. Ancak sözleşmenin amacı, biyolojik cinsiyetten bağımsız olarak, toplumun kadınlara atfettiği rollerden kaynaklanan ayrımcılığı ve şiddeti ortadan kaldırmaktır.
Aile Yapısını Hedef Aldığı İddiaları
Bazı eleştirmenler, sözleşmenin aile kurumunu zayıflattığı, boşanmaları artırdığı ve geleneksel aile değerlerini erozyona uğrattığı yönünde iddialarda bulunmuşlardır. Sözleşmenin "aile içi şiddet" tanımı, yalnızca evlilik içinde değil, aile fertleri veya eski eşler arasında da şiddet eylemlerini kapsadığı için, bu eleştiriler genellikle "geniş aile" kavramına yönelik endişelerle birleşmiştir. Ancak sözleşme, aile kurumunu hedef almaktan ziyade, aile içinde yaşanan şiddeti durdurmayı ve mağdurları korumayı amaçlar.
Çeşitli Yanlış Anlamalar ve Dezenformasyon
Sözleşme etrafındaki tartışmaların önemli bir kısmı, yanlış anlamalar ve dezenformasyon kaynaklıdır. Örneğin, sözleşmenin "eşcinsel evlilikleri dayattığı" veya "bireylerin cinsel yönelimlerini seçme özgürlüğü getirdiği" gibi iddialar, metnin içeriğinde yer almayan veya yanlış yorumlanan ifadelerden kaynaklanmaktadır. Sözleşme, mağdurların cinsel yönelimi ne olursa olsun şiddetten korunmasını güvence altına alırken, cinsel yönelimleri "dayatma" veya "tanımlama" gibi bir amacı yoktur.
Sözleşmeden Çekilme Süreci ve Sonuçları: Türkiye Örneği
Türkiye, ilk imzalayan ve onaylayan ülke olmasına rağmen, 20 Mart 2021 tarihinde yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmiştir. Bu karar, hem ulusal hem de uluslararası alanda büyük tepkilere ve tartışmalara yol açmıştır.
Çekilme Kararının Hukuki Dayanağı ve Uluslararası Tepkiler
Türkiye'deki çekilme kararı, Anayasa'nın 90. maddesine atıfta bulunularak "Cumhurbaşkanlığı Kararı" ile alınmıştır. Ancak bu kararın hukuki dayanağı ve usulü, hukukçular ve muhalefet partileri tarafından yoğun şekilde eleştirilmiştir. Uluslararası düzeyde ise Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve çok sayıda insan hakları kuruluşu, Türkiye'nin bu kararını kınamış ve çekilme kararının kadına yönelik şiddetle mücadeleyi zayıflatacağı endişesini dile getirmiştir.
Çekilmenin Kadın Hakları ve Toplumsal Yansımaları
Sözleşmeden çekilme, kadın hakları savunucuları ve sivil toplum kuruluşları tarafından şiddetle mücadelede geriye gidiş olarak yorumlanmıştır. Çekilme kararının, şiddet mağdurlarının yasal güvencelerini zayıflatacağı, kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet olaylarında artışa yol açabileceği endişeleri dile getirilmiştir. Kamuoyunda ve medyada kadına yönelik şiddet haberlerinin artması, bu endişeleri daha da pekiştirmiştir. Çekilme kararı, aynı zamanda Türkiye'nin uluslararası arenadaki insan hakları itibarına yönelik tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları Bağlamında İstanbul Sözleşmesi'nin Yeri
İstanbul Sözleşmesi, uluslararası insan hakları hukukunun önemli bir parçasıdır ve kadına yönelik şiddetle mücadelede en kapsamlı ve bağlayıcı hukuki metinlerden biri olarak kabul edilir. Bu sözleşme, devletlerin insan haklarını koruma ve gözetme yükümlülüğünün bir uzantısıdır.
Diğer Uluslararası Sözleşmelerle İlişkisi
İstanbul Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) gibi diğer uluslararası insan hakları belgeleriyle tamamlayıcı niteliktedir. CEDAW, kadınlara yönelik ayrımcılığın genel çerçevesini çizerken, İstanbul Sözleşmesi özellikle şiddetle mücadele konusuna odaklanarak daha somut ve detaylı yükümlülükler getirir. Bu sözleşmeler, birbirlerini güçlendirerek, kadınların insan haklarının evrensel düzeyde korunmasını ve geliştirilmesini hedefler.
İstanbul Sözleşmesi'nin Geleceği: Tartışmaların Işığında İnsan Hakları Mücadelesi
İstanbul Sözleşmesi, getirdiği yenilikler ve kadına yönelik şiddetle mücadeledeki öncü rolüyle uluslararası alanda hâlâ büyük bir öneme sahiptir. Türkiye'nin çekilme kararına rağmen, Avrupa Konseyi üye devletleri arasında yaygın bir şekilde yürürlükte kalmaya devam etmektedir. Sözleşme etrafındaki tartışmalar, kadına yönelik şiddetin sadece bir hukuk meselesi değil, aynı zamanda derin toplumsal ve kültürel boyutları olan karmaşık bir sorun olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. İnsan hakları savunucuları, sözleşmenin temel prensiplerinin korunması ve şiddetle mücadelenin devamlılığı için ulusal ve uluslararası düzeyde çalışmalarını sürdürmektedir.
İstanbul Sözleşmesi: Şiddetsiz Bir Toplum İçin Ortak Sorumluluk
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması yolunda atılmış devasa bir adımdır. Bir ülkenin sözleşmeden çekilmesi, bu küresel mücadelenin sona erdiği anlamına gelmez. Kadınların insan hakları, herhangi bir siyasi veya ideolojik tartışmanın üzerinde, evrensel ve temel bir değerdir. Şiddetin olmadığı bir toplum inşa etmek, sadece devletlerin değil, her bireyin, sivil toplum kuruluşlarının, medyanın ve tüm toplumsal aktörlerin ortak sorumluluğudur. Unutmamalıyız ki, şiddete sessiz kalmak, şiddete ortak olmak demektir. Şiddetsiz bir dünya için her bireyin üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmesi, geleceğe bırakılacak en değerli miras olacaktır. İstanbul Sözleşmesi, bu yöndeki kararlılığın ve umudun bir sembolü olarak tarihteki yerini koruyacaktır.